TÜRK DEVRİMİNİN EKONOMİK YOLU

19. yüzyıl ortalarında Rönesans ile toplumsal gelişme sürecinde öne geçen batı uygarlığına yetişemeyen, ayağına dolaşan feodal toplumsal ilişkilerden kurtulamayan doğu toplumlarından bir tanesi de Osmanlı İmparatorluğu idi. 1838 Baltalimanı sözleşmesi ve ardından ilan edilen Tanzimat Fermanı bu coğrafyada günümüzde de devam eden toplumsal, ekonomik ve uluslararası ilişkileri şekillendiren gelişmelerdi.

1. Dünya Savaşı’nın çıkma nedeni olan Osmanlı coğrafyasının paylaşımı, aynı zamanda Türk devrimini tetikleyen, yenidünyanın habercisi olan gelişmelerin de başlangıcı idi. Çanakkale Savaşı, Çarlık Rusyası’nı desteklemeye çalışan müttefik silahlı kuvvetlerinin yolunu keserek 1917 Ekim Devrimi’nin önünü açıyordu. 1. Dünya Savaşı’nın bitiş tarihi olarak belirtilen 1918 yılı, aslında 1917 Ekim devrimi ile birlikte Avrupa coğrafyasından ezilen ülkeler coğrafyasına kayan devrim sürecini başlatan tarihti.  Türk devrimi, tüm ezilen ülkeler coğrafyasına ümit veren ateşi yakan başlangıçtı. 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet, Milli Demokratik Devrimlerin tescili, kuzey güney yapılanmasında güney ülkeleri olan Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın ezilen ülkelerinin bağımsızlık formülü idi.

Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti, silahlı bir savaş sonucunda artık batı tarafından da tanınıyordu. Mustafa Kemal ve bağımsızlık savaşı veren lider kadro, silahla kazanılan bağımsızlığın ancak iktisadi alanda alınacak zaferlerle perçinleneceğini çok iyi görüyorlardı. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir İktisat Kongresi toplandı. Henüz 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması imzalanmamıştı. 29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan tarihine daha aylar vardı. Mustafa Kemaller bütün dünyaya siyasi bağımsızlığı teyit ettirmeden, ekonomik bağımsızlığın altını çiziyorlardı. Bütün dünyaya İzmir’den bayrak gösteriyorlardı.

İzmir’de alınan kararlar sonucunda, 1930’lara kadar “ŞİMENDİFER POLİTİKASI” adıyla anılan demiryolları politikası ile tüm Anadolu demir ağlarla döşeniyordu. Sovyetler Birliğinde NEP politikası ile tarımın önünü açma, hasadın tümüne el koymayıp onun yerine vergi alma politikalarının T vergisi; Türkiye Cumhuriyeti karşılığı, 1925 yılına kadar genel olarak kabul edilen şekli ile bütçenin %30 kadar gelirini getiren AŞAR VERGİSİ kaldırıldı. ÜRETEN KÖYLÜ, MİLLETİN EFENDİSİ ilan ediliyordu. Bu vergi gelirleri yerine kurulan inhisar (Tekel) idareleri ile devlet bazı ürünlerin tekeli haline geliyordu. Devlet böylece üreterek gelir elde etmeye de başlıyordu.

1929 bunalımı ile dünya büyük bir işsizlik ve açlık dalgası ile karşı karşıya kalıyordu.  Mustafa Kemaller bu büyük buhrana Cumhuriyet devletinin ilkeleri arasına DEVLETÇİLİK okunu ekleyerek cevap veriyordu.

DEVLETÇİLİĞİN en devrimci tanımı 1935 ve 1939 CHP kongrelerinde kabul edildiği şekliyle kendini gösteriyordu. Şimendifer Politikasından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci en derin ekonomik atılımının sembolü SÜMERBANK 1934 yılında faaliyete geçiyordu.

1935 yılında emperyalizmin acentalığını yapmaya aday liberalizm çok fazla uzakta değildi. Temsilcileri mecliste, devletçiliğin önünün kesilmesi için faaliyette idi. Tamamen başa çıkamayacaklarını anladıkları devlet müdahalesinin, belli yerlerde sınırlandırılması için bulundukları her alanda faaliyet gösteriyorlardı. Devlet, girişimciliğin ve özgürlüklerin önünü kesmemeli idi. İşlerine gelmeyen her müdahale, bugün de olduğu gibi “İNSAN HAKLARI VE ÖZGÜRLÜKLERE MÜDAHALE “ olarak kamuoyuna sunuluyordu.

1935 yılında yapılan CHP Kongresinde kabul edilen “DEVLETÇİLİK “ ilkesi aşağıdaki şekilde tanımlanmıştı;

Bu tanım 1943 yılından itibaren liberalizme doğru evrilmeye başlayan bir tanım şeklinde oluşturulmuştu.

Recep Peker Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri sıfatı 1935 yılı CHP Kongresinde yaptığı konuşmada DEVLETÇİLİĞİ aşağıdaki şekilde ele almıştır.

“…Biz iki cereyana gitmiyoruz. Birisi her şeyi devlet yapacaktır, kızıl fikirler böyle söylüyor. Ferdin nefes almasına imkân bırakmıyor. Bunu kabul etmiyoruz. İkinci bir şeyin daha aleyhindeyiz. O da şudur: Hususî teşebbüs canının istediğini yapacaktır. Ekonomi teşebbüslerde Devlet ona bağlıdır. Bunu söyleyenlere de kızıl sağ diyebiliriz. Bu, koyu bir liberal fikirdir. Hakikat şudur, Devlet, memlekette en büyük yapıcı kuvvettir. Bu, Cumhuriyet Halk Partisinin ana çizgilerinden biridir. Devlet hangisini yapacak? onların istediklerini hususî teşebbüslere bırakıb da geriye artanını değil, eski ve yeni programın da kaydettiği fıkrada yazılı olduğu gibi, ulusun kısa zamanda refaha varması ve yurdun da kısa zamanda bayındırlaştırılması, hangi işin ne zaman Devlet tarafından yapılmasını istilzam ederse onu o zaman devlet yapacaktır… Devlet denilen ana müessese, istediği zaman herhangi bir işi yapabilir. Amma Devlet bu işi yaptıktan sonra o sahada hususî teşebbüs erbabına iş kalmazsa, hususî teşebbüs başka iş yapsın. Devlet bu yolda kayıt altına giremez. Burada bir nokta daha var: hususî teşebbüsün yapmakta olduğu işi Devlet kontrol etsin mi etmesin mi? Arkadaşlar; kontrolsüz bırakılacak hususî teşebbüs, hiç ulusal menfaatlere uygun olmayan yollara sokar, birbirlerine zincirlenmiş kartelleri ile, yurdu özü olan halk tabakasını istismar eder… hususî teşebbüsler devam ederken, Devlet bu işe müdahale edebilir mi? açıkça söyleyeyim, evet devlet bu işi de kendi eline alabilir. Amma bir şey yapamaz. Türkiye’de müsadere yoktur, arkadaşlar. Hiç kimsenin malı, kazancı müsadere edilemez… Her şey kanun ve hukuk yolundan hallolunur. Bu kayidlere rağmen, (devlet, hususî teşebbüslerle başarılamayacakları yapsın, hususî teşebbüsleri almasın) denirse bu, doğru değildir. Bu bizim programımızın gidişine uymayan bir fikirdir. Umumî menfaatler için Devlet her şeyi göze alır…

1936 yılında dönemin İktisat Vekili Celal Bayar “ Milletin muhtaç olduğu refahı bazı özel girişimlere ve bu girişimlerin dayandığı sermayeye bırakmak gerekirse en az iki yüzyıl daha beklemekliğimiz gerekir.”

1930’ların devleti ekonomik gelişmeyi, yöntemini böyle tanımlıyordu. Bu tanımlamalar ışığında Türkiye Cumhuriyeti, batı Keynezyen kamu harcamaları modeli ile çemberi kırmaya çalışırken, uyguladığı planlı karma ekonomi modeli ile dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasında yerini alıyordu.

2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda adım adım emperyalist Atlantik sisteminin tahakkümü altında ekonomisi bağımlı hale gelen Türkiye, 1980 yılı 24 Ocak kararları ile birlikte Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana en bağımlı ekonomik dönemini yaşadı.

Türkiye 2014 yılından itibaren önce siyasi, sonrasında ekonomik bir takım atılımlarla tekrar bağımsız ekonomik sisteme dönme kararı aldı.

3 Mart 2021 günü, yazar ve teknik kadrosu ile yayın yaşamına başlayan “EKOPOLİTİKA.COM” sitesi, Türkiye’nin aldığı bu BAĞIMSIZ EKONOMİ kararını hayata geçirmeye çalışan, bu kararın uygulanması için çalışan, kafa yoran bir ekip olarak yola çıkmıştır.  Bu ekip sadece eleştirmez. Bu ekip çözüm sunar. Geleceğin kendi kendine yeten, komşuları ile barış içinde ticareti geliştirmeye gayret eden, tam istihdamı hedefleyen, sadece büyümeyi değil, ana hedefi tüm yurttaşların temel gereksinimleri olan” SAĞLIK ve EĞİTİMİN” bedelsiz halka ulaştığı bir kalkınma modelini uygulamayı hedeflemektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir